2 Nisan 2013 Salı

Yolculuk Sonrası.. "Fadi ve Ben"


"Sınırları kaldırın!
Müslümanlar arasında sınır istemiyoruz!"
Dostlar ile bu sloganı atarak çıktık yola.. "Sınırları kaldırın!"
Arabada herkes uyurken Melek Nur ile konuşacak ne çok anlar birikmiş diye düşündüm sürekli.. Anlattıkça anlatıyordu dilim.. Kilis yolunun heyecanı da başka türlü geçmezdi herhalde :) İkimizde de farklı bir gülümseme vardı.. Farklı bir heyecan.. Göreceklerimizin de burukluğu..
Ayetler ile süsledik yolculuğumuzu.. O bir ayet söylerken ben farklı bir ayet düşünerek Melek'e sırasını veriyordum.. En son öyle bir ayet çıktı ki önümüze, susmaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı ikimize de..

"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!"

Artık konuşmanın lüzumu yoktu. O yolculuk için vicdanımızı sızlatacak ayet kulaklarımda defalarca çınladı

"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!"

Sessizliğimizin son demlerinde Kilis'e geldiğimizi anlamamız ile doğrulup sloganlarımızı tekrardan atmaya başladık.. Öğle namazlarımızı kılacağımız yer ve bize eşlik edecek Suriyeli doktor ile buluşacağımız yere vardığımızda, indiğimiz yerin hemen ötesinin Suriye olduğunu bilmek bile bizi sessizleştiriyordu.. Suriyeli doktor Mustafa ile buluşup ilk Daruşşifa hastanesine gittik.. Kapıdan girerken karşılaşacaklarımızın bize neler öğretecekleri düşüncesine kapılmışken ilk "MUSTAFA" ile karşılaştık.. Başında bir mermi ile hayata tutunmaya çalışan.. Arkasından "ABDÜLKADİR", "ALİ MAHMUD", Bir bacağını kaybetmiş diğer bacağını da bilekten kaybetmiş olan "TEVFİK" ile, "ALİ" ile, gülümsemesi ömre bedel "RAMMAH" ile.."AHMED" ile.. Ve daha nice yüreği güzel diğer abiler ile... Hepsi ile dilimiz döndüğünce muhabbet etmeye başladık..Arkadaşımız her yaralıya "Ene uhibbuki" "Ene uhibbuke"derken kardeşlerimizin yüzünde güzel gülümsemeler bıraktığını gördükçe mutlu olmaya başlıyorduk.. Onların yanında bu kadar rahat olmamızın en büyük nedeni ise Doktor Mustafa'dan başka biri değildi. Onun hastalar ile olan muhabbeti o kadar güzeldi ki.. Onlar ile bir bağ oluşturmuş espriler yaparak yüzlerini gülümsetiyordu hastaların.. Onlar gülümsedikçe biz bir kez daha gülümsüyorduk. Gülümsedikçe "Selamun Aleyküm" diyebilmek kolaylaşıyordu boğazımda.. Aramızdaki köprüydü "Selamun Aleyküm".. ne ben Türkçe bir şey söylesem o anlayacaktı ne de o Arapça söylediğinde ben anlayacaktım.. Aramızdaki tek köprü.. Aramızdaki tek muhabbet... Selamun Aleyküm..
Daha henüz 6 aydır Türkiye'de olan Doktor Mustafa ile muhabbet etmek de bir o kadar eğlenceliydi.. Malatya'dan geldiğimizi duyunca o tatlı Türkçesi ile yarım yamalak bir şekilde Malatya'yı görmedim ama çok seviyorum demesi hepimizi ayrı mutlu etti.. Sonra hastane şartlarından bahsederken "Zor ama alıştık.. Zor değil inşallah zor değil" demesiyle buruk yüzünün her karesi yüreğime ayrı bir hüzün yansıttı..
 "Hepsi benim kardeşim o hasta ben doktorum aramızdaki tek fark bu onlar benim kardeşlerim. Sadece dua istiyoruz. Müslümanların hepsinin kalbi bir fakat aralarında siyaset var. Müslüman da olsa zulmü kabul edemeyiz"... kulaklarımızda çınlayan sözleri bunlar olsa gerek..
30-40 kişilik kapasitesi olan ve evden bozma hastaneye çevrilmiş olan o hastanede(!) 80 kişinin bile kaldığını anlatan doktor birçok vakfın derneğin destek vermeye çalıştığını fakat en büyük desteği devletin sağladığını özellikle söyledi.. "TÜRKİYE İMTİHANINI GÜZEL VERİYOR TÜRKİYE OLMASAYDI DAHA KÖTÜ HALDE OLURDUK" dediğini duymasını istediğim o kadar çok kişi var ki.. O kadar içtendi ki cümleleri.. bir o kadar da buruk.. Ülkesinden ayrı.. Ailesinden.. Dostlarından..
"Bu savaş bitmez MÜSLÜMANLAR BİR OLARAK DÜNYAYA BAŞ KALDIRMADIKÇA BU SAVAŞ BİTMEZ ESED ÖLSE BİLE BİTMEZ" dedi bastıra bastıra.. "Şam'dan sonra Kudüs inşallah!" dediğinde ellerini öpmemek için kendimi zorladığımı ve not almaya devam ettiğimi hissetmiş olmalı ki o dünya tatlısı Türkçesi ile "Yaz Yaz bunları da yaz" demesi güldürdü en çok yüreğimi.. :)
 " Müslümanları bir arada tutacak tek şey "LA İLAHE İLLALLAHTIR" dedikten sonra evleri ziyaret etmek üzere ayrıldık Darüşşifa'dan..

İlk gittiğimiz evde dünya tatlısı "ELE" ile karşılaştığımızda yanaklarına kondurduğum öpücüğün beni rahatlattığını hissettim.. Annesi "Savaş bitince bize(Suriye'ye) kahve içmeye beklerim dedikten sonra öyle bir İNŞALLAH dedi ki, daha önce bu kadar içtenini duymadığımı düşündüm ve kalemime sarılarak bu anı karaladım defterime.. Diğer evlerde de aynı istekleri olduğunu yazmışım defterime.. Hepsi inşallah savaş biter de bize de gelirsiniz bir gün demiş de bunu fark etmem bu yazıyı yazarken, notlarımı karıştırırken olmuş..
Daha sonra bir evde "YAHYA" ile tanışma fırsatımız oldu.. Boyu kadar fırın önlüğü ile 6 kardeşini ve annesini geçindiriyordu babası cephede savaşırken. O kadar masumdu ki bakışları.. Bir o kadar da, büyümüş kocaman olmuş evi geçindirdiğinin farkında olan kocaman bir Baba olmuş gibi.. Gibisi az.. Öyle.. Baba.. o evin BABA'sı olmuş 11 yaşında.. Gülümsemesi ömre bedel YAHYA..

Artık ev ziyaretlerimiz bitmişti.. Kilis'teki son durağımız Çoğunluğu bayanlar ve çocukların oluşturduğu bir rehabilitasyon merkeziydi.. Gördüklerimiz bizi o kadar çok utandırıyordu ki daha neler göreceğimizi tahmin etmekte zorlanıyorduk.. Rehabilitasyon merkezinin kapısında bizi çok şeker bir Suriyeli Hemşire ve güzel Türkçesi ile Suriyeli bir Hemşir karşıladı bizleri.. Onların yüzündeki samimi gülümseme yukarıda neşeli insanların var olduğunu düşünmeme sebep olmuştu.. Fakat yukarı çıkınca yine dram öyküleri ile karşılaştık..
Merkezdeki ilk tanıştığımız "NECUVA" oldu. Belden aşağısının felç olduğunu göstermek üzere annesinin bacağını kaldırıp yatağa tekrar bırakması ile yıkıldığımı hissettim.. Not aldığımı görünce gözlerime bakıp arapça bir şeylerden bahsedip elleri ile 10 sayısını göstermesini tercümandan Necuva'nın geçirdiği ameliyatların sayısı olduğunu öğrendim.. İrkilmemek elde miydi? Tam savaş esnasında yanına bomba düşerek yaralanan ve ciddi ameliyatlar geçiren Necuva için Hemşir iyileşme umudu var dedikten sonra kapı dışına çıkınca iyileşmesi imkansız demesi düğümledi boğazımdaki kelimeleri..  Necuva aklımda yer kaplamışken "MUSAB YUSUF" ile tanıştım.. İsmini yatağının yanında yazan kağıttan öğrendim.. Başucunda duran Kur'an-ı Kerim e bakıp "İşte ortak yolumuz" demekten kendimi alamadım.. Ona bakıp kafamı salladıktan sonra bana gülümsemesi onu az da olsa anlayabilmem için bir kapıydı.. Elbette Anlamak için çabalamadık.. ANLAYAMADIK... Hiçbirini ANLAYAMADIK..

Ve "FADİ"...
O'nu yazarken zorlanıyorum.. O'nu hatırladıkça unutuyorum dünyayı.. FADİ.. Güzel yürekli mücahidimiz..
Hemşir son olarak terasta bulunan bir hastadan bahsetti.. Görmek istediğimizi söyleyince bizi onun yanına götürdü.. Yerde yatan gencecik bir delikanlı.. Onu bir sevdiğime o kadar çok benzettim ki elindeki bilgisayardan, açtığı Suriye devrim marşından, Gülümsemesinden, esprilerinden.. Daha önce ve daha sonra bir daha hiç O'na Fadi kadar benzeyecek birini bulamayacağıma o an kendimi inandırdım..

FADİ...
Cephede yaralanmış güzel yüzlü bir kardeş.. Aynı zamanda güzel yürekli bir kardeş.. Doktorların ona belden aşağısının felç olduğunu sırf  "İyileşince tekrar cephede savaşacağım, oraya tekrar gideceğim" diye tutturuyor olmasından söyleyemiyorlar..Kurtuldum demiyor.. Ölmeye engel yok onun için.. Şehid olmaya engel yok.. Gülümsemesine engel yok.. Gözlerine bakmaya çalıştıkça utangaç bakışlarını bilgisayara yoğunlaştıran FADİ..
Bizden neler istiyorsun sorumuza cevabını verirken o mükemmel yüzünün gülmesiyle espri yaptığını anlayıp hızla tercümana kafamı çevirip istediği şeyin "Cips" olduğunu duyunca O'na tekrar bakıp titreyen ellerim ile o anı satırlara yazmaya çalıştım.. Ona bakarak yazmak istemem o an yazdıklarımın şu an okunmuyor olmasının en büyük sebebi :) Yaşama öyle bir tutunmuş ki Şehid olma aşkı onu o haliyle bile gülümsetiyordu.. Arkadaşlardan birisi gidip Cips alıp gelmesi ile yüzündeki kocaman gülümsemeyi her hatırladıkça aynı şekilde bende gülümsemekten alamıyorum kendimi.. "Bak senin iki haftada yapamadığını arkadaşlar 5 dakikada yaptı" dediğini tercüme ederken tercüman ondan gözlerimi ayırmayarak gülümsemek yaşamıma yaşam kattı desem yeridir.. Rabbim onu, her ne kadar da doktor imkansız dese de bir an önce ayağa kalkmasını ve o Şehadet şerbetinden tatmasını nasip eder O'na inşallah..

Ziyaretimizde hayatımdaki en güzel anı bana yaşatan FADİ..
Rabbim Seni cennette kardeşim eylesin bana inşallah..
...
Bu yazıyı okuyan okumayan herkese;
        Ali'den, Mahmud'dan, Mustafa'dan, Rammah'dan, Necuva'dan, Nureddin'den, Yahya'dan, Ele'den, Yusuf''dan selamlar getirdim.. Rabbim bu güzel kardeşlerimle tekrardan bir araya getirmeyi nasip etsin bana.. Özellikle Fadi kardeşimle..

Esselamu Aleyküm..


2 yorum:

  1. Hatice sabah sabah beni aldın suriye ye goturdun ve geri getirdin aynı duyguları yaşadım :( :( ; (

    YanıtlaSil
  2. Yazıya tesadüfen geldim.çok etkileyici bir yazı olmuş duyguyu okuyana yaşatıyor .Allah kimseyi vatansız kıymasın istanbulda sokaklarda gördükçe içimden bir parça eksiliyor dualarım hep onlarla hem onlara hem bizim vatanımızın aynı duruma düşmemesi içindir.İnşallah bir an önce bu zulümler biter.Bugün sabah marketten Eve dönerken bir çocuk suriyeli 4 yaşlarında iki elinde 10-15 tane ekmek taşıyamıyor yerde sürüye sürüye götürmeye çalışıyor.Aldım elinden benim ne dediğimi anlamıyor ama göz göze geldik hiç korku yok ona yardım ettiğimin farkında çocuk ama farkında hemen koştu oturdukları eve doğru açtı kapıyı poşetleri aldı elimden gülümsedi ve içeri girdi.

    YanıtlaSil